Suya Sabuna Dokunmayan Suya Temizliğe Hasret Dipsiz Kuyu Yazıları
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yı yaşatmalıyız!
Bu eylem başladığı günden itibaren, hayatım boyunca her şeye muhalif olan ben, herhangi bir yorumda bulunmadım; çünkü vicdanım, ölüme gidebilecek ya da vücutta dönüşü olmayan ciddi hasarlar bırakabilecek bu açlık grevini kabul etmiyor, yüreğim bunu kaldırmıyor. Ancak bu iki insanın eylemi bize çok şey öğretti; meğer adaletin önemi ve insanların haklarında kesinleşen yargı kararı olmadan, deliller toplanmadan cezaevlerine girmeleri, işten atılmaları ne kadar üzücü bir durummuş. Gerçek bir eğitimci olduklarını, hukuku yüceltmek için hala bize bir şeyler yapılabileceğini hissettirdiler ve büyük bir farkındalık yarattılar. Biz de bu insanları yaşatmak için bir şeyler yapmalıyız. Bu insanlara mesajlarının bizlere ulaştığını kabul ettirerek onları yaşatmaya çalışmak bizim en önemli sorumluluğumuz bu aşamada. Zaten gözden ıraklar ve şimdi de içeri atıldılar. Öncelikle açlık grevini bir an önce sonlandırmaları sağlanmalı. Bu süreci izlemek canımızı çok acıtıyor. Bu insanların ayaklarını öpsem eylemlerinden vazgeçmezler bu aşamada.
Bir çok sanatçıdan, akademisyenden mesajlar gitti ancak sadece mesajların ötesinde sağlık örgütlerinin, tabipler odasının, insan hakları örgütlerinin ve tabii ki mesaj gönderen yerli-yabancı sanatçı ve akademisyenlerin, artık bu eylemin amacına ulaştığını belirtip, bir an önce bu insanların yaşatılması için aksiyon alması gerekiyor. Bununla ilgili en belirleyici konular da devlet memuru olarak mümkün olmasa da bu insanlara iş garantisinin verilmesi ve sağlıklarının tedavisi gibi konularda destek olunması. Bunun için sivil kuruluşlara talepte bulunmalıyız. Bu örgütlerin devreye girmesinin bir örnek teşkil edeceğini de düşünmüyorum içinde bulunduğumuz gündemde. Mevcut siyasi ortamda bunun çözülemeyeceği ortada. Ancak bu insanların hayatları pahasına açlık grevinde olmalarına seyirci kalmak 21. yüzyılın en büyük ayıbıdır. OHAL’i de düşündüğümüzde mevcut iktidara olumlu ya da olumsuz bir söylemim yok, var olan sistemde durum bu. Bu insanları yaşatmak için gayret göstermeli ve yüreklendirmeliyiz. Bu insanlar bize çok şey öğrettiler ancak bundan sonra da yaşayarak öğretmeye devam etmelerini istiyorum. Şu andan itibaren başlasa tedavileri bile çok uzun zaman alacaktır. Bu konuda bırakın sokak eylemlerini, sosyal medya paylaşımları bile azaldı.
Ne olacak bu henüz masum durumda olan insanların halleri? Dünyada ve ülkemizde bir çok trajik olay yaşanıyor(hatta bu yazıyı yazarken bile) ve bir an önce bu insanları yaşatmak için çaba sarf edilmeli. Vatandaş olarak bu insanların sağlıklarına tekrar kavuşmaları sağlanıp hukuki olarak masum olmaları halinde tekrar çalışma hayatına ve normal yaşantılarına dönmeleri için alternatif çözümler bulunmasını istiyorum. İnanıyorum ki bir çok insan da yaşamaları konusunda benimle aynı düşünceleri paylaşıyordur. Gelinen şu noktada OHAL de söz konusu olduğundan vatandaş olarak sadece şunu talep edebilirim: Kesin yargı kararı yoksa, tutuklu ve/veya işten atılanların dosyalarına acil ve öncelikli davranılmasını istiyorum. Bu yazı kendi kişisel tarihime bir not ve belki biraz da hiç bir şey olmamış gibi davranan ve sessiz kalan aydın kesime bir serzeniştir.
“On ikiden vurmak şart değil” diyor üstte videosu olan sevdiğim bu şarkıda. Okçulukta ana merkez 12 değilmiş. Okçuluk eğitimi verenlerden yıllar sonra öğrendim ki aslında ana merkez 10’muş. Ana merkezin on iki olduğu yanılgısı bir çoğumuz gibi bende de vardı ve Ankara şiirime de sızmıştı.
“sende yaşadım uçları
masalsı yükselişi
düşsel aşkı
dibe dalan
dalgıç edasında
hayatıma
derinlik katan acıları
tek atışlık
on ikiden vuruşları” (nuran barengi, Ankara – II, 2009, Kurgu Kültür Merkezi Yayınları)
Demem o ki, zaman içinde düşüncelerimiz ve doğru bildiğimizi sandığımız bilgiler değişebilir ama bu eyleme ilişkin referans aldığımız nokta onları gelecek kaygısı duymadan yaşatmak olmalı. Sonuçta ben de yazdım, sanal ortamda paylaştım ve rahatladım herkes gibi.
Sonrası hiç…
nuran barengi – 25 Mayıs 2017